83 milyon nüfusa sahip ülkemizde 453.000 müteahhit var.
Yaklaşık olarak aynı nüfusa sahip Almanya’da bu rakam 3.550.
70 milyonluk Fransa’da 1.800.
Avrupa’daki toplam müteahhit sayısı 50 binden az.
Yani 64 ülkeli tüm Avrupa’dan 10 kat fazla müteahhit yetiştirmiş bir ülkeyiz.
Mimarlık okullarımızın sayısı 132’ye ulaştı.
Fransa’da bu sayı 22.
Türkiye’de 4 yıllık bir eğitim sonunda mezunlara tam yetkiyle donatılmış mimarlık diploması veriyoruz..
Dış dünyada en az 5 yıl eğitim + staj + mesleki sınavlarla mimarlık yetkisi alınabiliyor.
Daha çok mimarı daha hızlı yetiştiren bir ülkeyiz.
Almanya’da İmar yasası 1945’ten bu yana sadece 2 defa değişti.
Fransa’da sadece 3 defa.
Türkiye’de ise son 11 yılda 164 kez değişen imar yasasına sahibiz.
7 kez ilan edilen imar affımız var.
Yasalarımız, yönetmeliklerimiz baş döndürücü bir hızla gelişiyor.
453 bin kayıtlı müteahhitimizin yaklaşık üçte biri, yani 145 bini geçici belgeyle iş yapıyor.
Bunlar ya kendine/çevresine konut üreten kişiler veya ticari amaçla denemek isteyenler.
Bu işi 5 yıldan fazla süreyle yapanların oranı en iyi tahminle %20’yi geçmez.
Sektöre giren çıkan aktör trafiğimiz de baş döndürüyor.
Türkiye’de mevcut konut stoku hakkında net bir bilgimiz yok.
Deprem riski altında olan, sadece İstanbul’da yıkılması gereken 5 milyon konut olduğu biliniyor.
Gelişen nüfusumuz için yasal veya kaçak çok sayıda yapı ürettiğimiz bir gerçek.
Ancak bir çoğunu yıkıp yeniden yapmak zorunda kalıyoruz.
Bir çok bitmiş inşaatımız tekrar düzeltilmek üzere sakat dünyaya geliyor.
Bittiğinde yalıtımsız, rutubetli, akan, kokan bir çok hasta yapımız mevcut.
Bu yüzden tadilat işlerimizin büyüklüğü belki sıfır inşaat segmentimiz ile yarışır.
Bir kıyaslama yaparsak; Almanya’da 30.000 kişiye bir yetkili müteahhit düşüyor, yani müteahhit sayısı az. Mimarlık eğitimi uzun yıllar alıyor, yasalar sabit, yeni inşaat gelişimi sınırlı bir oranda, yapılar sağlıklı ve ömrü uzun.
Türkiye’de neredeyse her Türk müteahhit doğuyor! 180 kişiden birimiz müteahhitlik belgesine sahip, 4 sene sonra mimar, mühendis imzası atabilen sürüyle gencimiz var. Emekli öğretmen, asker, tesisatçı, emlakçı fark etmez, herkes tadilatçı, herkes usta.. İşin ehli az, iş yapan çok, yapıların ömrü kısa, bir çoğu hasta.. Belki bu sebeple konut alım satım sektörü de canlı.
Depremde korkutan, çatısı akan, penceresi üfleyen, sıvası dökülen, duvarı nemli, sigortası gelgitli, yazın terleten, kışın üşüten gibi özelliklerden birine sahip her ev sahibi; “ilk fırsatta evimi satayım, daha iyisini alayım” derdinde.
Sonuç olarak, hayattaki en temel ihtiyacımızı gerçekleştiremiyoruz; barınamıyoruz! Standartların olmadığı ülkemizde herkes “lüks”, hatta “ultra lüks” kalite segmentinde yapı satıyor, altına inen yok. İnşaat firmalarının yarısının tabelasında yazan “Güven inşa eder” “Siz hayal edin, biz yapalım” “Mükemmelliğin adresi” mottoları altında, ev yapmayı bırakın, ülkece birbirimizin yuvasını yapıyoruz sanki. Bu şekilde önce insanımıza, sonra birikimlerimize, emeğimize, enerjimize ve ayrıca çevremize verdiğimiz zararın bir hesabını henüz yapan yok.
Oysa bir ülkedeki konutların kullanım süresi ile insanların ortalama yaşam süresi doğru orantılıdır.
Konutların kalitesi ile bireylerin sağlık düzeyi birbiriyle yakından ilintilidir.
Esasen, içinde yaşadığımız yapılar; iskelet, sinir, solunum, boşaltım sistemleri olan dış bedenimiz gibidir.
Rakamlara baktığımızda, nicelik değil, niteliksel bir sorunumuz olduğu aşikar.
İnsan hayatında yapılan büyük alımlar sıralamasında “konut alımının” ilk sırada olması bilinen bir gerçek.
Büyük bir çoğunluğumuz tüm yaşamında sadece bir veya birkaç kez ev satın alma şansına kavuşabiliyor.
Hayatımızın % 80’ini kapalı mekanlarda geçirirken yapı üretiminde hatırı sayılır standartlarımız, aktif bir meslek yasamız yok.
Ülke nüfusumuzun büyük kısmının düşük gelir düzeyine sahip olduğu büyük bir gerçek. Ömürlük bir ürün olan konut imalatı/inşaat sektöründe,
– aktörlerin eğitim düzeyi (ve tecrübesi) düşük,
– bilgi paylaşım kültürü yok,
– düzenleyici yasal mevzuat eksik..
Sektörümüz, konut alıcılarının maddi kaygıları ile konut üretenlerin yüksek kar hevesi altında şekilleniyor.
Nicelik demişken, ülkemizde resmi olarak bilinen 600 bin yazlık türü ev bulunduğunu da unutmayalım. Bunların büyük bir çoğunluğu yine niteliksiz yapılardan oluşuyor ve yıl genelinde ortalama sadece 1,5 ay kullanıldığı düşünülüyor. Dolayısıyla niteliksel yaklaşım yanında düşünsel bir revizyondan da geçmemiz, ülke çapında kaynaklarımızı iyi yönetmeye olan ihtiyacımız kaçınılmaz.
Sektöre bir de farklı açıdan bakarsak;
İnşaat sektöründe yaklaşık “2 milyon kişi” istihdam ediliyor.
Bu sektör 250 alt sektör için lokomotif sektör konumunda.
Dünyada “en çok müteahhit” sayısı olan ikinci ülkeyiz.
Dünyanın En Büyük 250 Uluslararası Müteahhidi listesinde “44 Türk firması” var.
Bu 250 firma listesinde de, Çin’den sonra “ikinci sırada” yer alıyoruz, üçüncü sıradaki ABD’nin önündeyiz.
Yani uluslararası arenada ses getirebilmiş ve büyük projelere imza atabilen bir ülke olarak bu işi bilmediğimizi, beceremediğimizi düşünmek safdillik olur.
Yeri gelmişken, 2020’de 40 bin konutun yabancılara satıldığının da altını çizelim. Bu sene pandemiye rağmen 50 bini geçmesi bekleniyor. Geçen yıl yabancılara yapılan satışlar, yeni konutların yaklaşık yüzde 10’una tekabül ediyor. Ülkemiz, yabancılara konut satışında dünyadaki ilk 10 ülke arasında bulunuyor.
Sonuç olarak, yapı sektörümüzün büyük oranda çarpık ve düzensiz karakteri içinde, ülke içinde küçük bir yüzdelik oranda kaliteli yapılaşma örneklerine, yurtdışındaysa azımsanmayacak başarılarına ve potansiyeline de şahit oluyoruz.
Peki, bireysel olarak biz bu fotoğrafın neresindeyiz? Gelir düzeyi ile konut kalitesi doğrudan ilintili olsa da, mevcut imkanlarımızla bile aklın ve bilimin ışığında yapabileceğimiz çok şey var. Norveçlilerin dediği gibi; “zor zamanlarda Atatürk gibi düşünmek” bize kıt imkanlarla bile daha kaliteli, daha müreffeh konutlara ulaşmanın ve sağlıklı yaşamanın yollarını gösterecektir.
Tahsin Cücen